Sonsuz Kont

 “Neredeyim ben?” 

İlk olarak soğuğu hissetti, her neredeyse burası buz gibiydi. Her şey griydi ve hava rutubet kokuyordu. Sorusunun kendi kulaklarına yankılanarak dönmesinden, içerisinde olduğu yerin büyük ve boş bir mekan olduğunu anlayabiliyordu. Fakat bütün bu tespitler, onun gerçekten nerede olduğuna dair sorusunu cevaplamakta yetersizdi. Baş aşağı bir şekilde tavana asılmış olduğunu fark eden Edmond, gövdesine bir tür deri kemer ile bağlanmış olan kollarını hareket ettirmeye çalıştı, fakat başaramadı. Bağlar onu kangren edecek kadar sıkı olmasa da onu yerinde tutabilecek kadar sağlamdı. Gözlerini birkaç defa kırpıştırdı ve bu sefer daha dikkatli bir şekilde etrafına bakmaya başladı.

  

İçerisinde olduğu yer, çok büyük ihtimalle bir depoydu. Gri duvarların üzerinde numaralar ve yönlendirici oklar vardı ama bu deponun ne deposu olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Deponun içerisinde, ne için kullanılabileceğine dair hiçbir işaret yoktu. Eğer burası şehrin rıhtımının yakınındaki bir depo ise, onu buraya bağlamış olan kişiler çok büyük ihtimalle bu deponun sahibi veya ona bağlı olan çalışanlardı. Onların kim olabileceğine dair birkaç tahmini vardı elbette, fakat hala daha fazla bilgiye ihtiyacı vardı.

 

Deponun dışından araç sesleri geliyordu. Araçların geri geri giderken verdikleri sinyal sesleri, uzaktan da olsa kulağına çalınabiliyordu. Motorlarının sesinden ağır araçlar oldukları anlaşılıyordu. Edmond bunların kamyonlar ve forkliftler olduğunu düşündü, demek ki gerçekten rıhtımdaydı. Seslerinin uzaktan gelmesi, içinde bulunduğu bu ufak çaplı deponun rıhtımın çok da uğranmayan bir tarafında olduğunu anladı. O bu düşüncelerdeyken depoya doğru bir arabanın yanaştığını duydu. Araba durdu ve kapıları açılıp kapandı. Şimdi içerisinden birileri çıkıyor ve depoya doğru geliyordu. Edmond, artık iyice kan gitmiş olan beynini rahatlatmak için gözlerini kapattı.

  

İçeri giren adamlardan biri onun yanına kadar geldi ve ona sert bir tokat attı. Edmond bu tokadın etkisiyle gözlerini açtı ve şimdi ona bakmakta olan altı kişiyi gördü. Bu altı kişiden beşi, ucuz fakat iyi dikilmiş siyah takım elbise içerisindeydiler. Her birinin kemerine takılı olan kılıflarının içerisinde tabancaları bulunuyordu. Bu kişilerin, şimdi ona doğru yaklaşmakta olan altıncı kişinin koruması oldukları açık ve netti. Edmond bu kişinin kim olduğunu, ona baktığı ilk anda anlamıştı. “Bunu senin yapacağını tahmin etmeliydim.” dedi sakin bir sesle, şimdi yanına gelmiş olan, tamamen beyaz takım elbiseli, gri saçlı ve yaşlı yüzlü bu adama, “Bana bunu yapabilecek olan tek kişi sen olabilirdin zaten, Edmond.”

 

“Vay be!” dedi yaşlı Edmond, adamlarına genç Edmond’ı indirmeleri için eliyle işaret ederken, “Demek sonunda bu döngünün farkına varmaya başlamışsın. Beynine kan gitmiş belli ki.” Yaşlı adamın sesi iğneleyiciydi, şimdi yavaşça yere indirilmiş olan genç Edmond’a acıyormuş gibi bir ifadeyle baktı. “Aklındaki sorunun ne olduğunu biliyorum Edmond.” dedi ciddileşerek, “Hayatın boyunca her zaman o soruyu sordun. Şimdi, tam olarak şu anda, bu sorunun yanıtını sana vermekten daha doğru bir hamle yok yapabileceğim. Fakat, bunu yapmadan önce sana bir hediyem var.” Adamlardan birine işaret etti ve ona bir kutu uzattılar. Yaşlı Edmond kutuyu açtı ve içerisinden eski bir altıpatlar çıkarıp şimdi çözülüp özgür kalmış olan genç Edmond’ın eline verdi. “Bunu kullanman için sana fırsat vereceğim, fakat öncelikle beni dinlemeni isterim.” dedi ve onun karşısına bağdaş kurup oturduktan sonra anlatmaya başladı:

 

“Senin de bildiğin gibi, ikimiz aynı kişiyiz. Aynı yerde doğduk, aynı yerde büyüdük. Aynı şeyleri yiyip içtik, aynı şekilde düşüp kalktık. Aynı hayallere dalıp aynı şeyleri hedefledik. Fakat en önemlisi, aynı kadını sevip aynı şekilde onun tarafından ihanete uğradık. Sonuncu kısımda durumun böyle olduğunu düşünmüştüm, fakat sonra karşıma sen çıktın ve her şeyi daha net bir şekilde anlamaya başladım. İçinde olduğumuz döngünün farkına vardığımdan beri bunu sana anlatmaya çalışıyordum fakat beni dinlemeni sağlayamadım. Onu elinden aldığım için hala beni öldürmek istiyorsun ve bunu yapman için sana fırsat verdim, fakat şu anda beni vurursan burada ölmekten beter olursun. Eğer burada ölürsem, sen ben olacaksın.”

 

Genç Edmond onun demek istediğini anlamıştı. Gerçekten de, yaşlı adamın dediği gibi olmuştu her şey. Yine bu şehirde, kenar mahallelerden birinde doğmuştu Edmond. Babası onu ve annesini doğduktan sonra terk etmiş, bir daha da ondan kimse haber alamamıştı. Edmond, kendisine ve iki kardeşine bakan annesine eli iş tuttuğu ilk günden beri yardım etmiş, onunla beraber büyüyüp gelişmişti. Okulunda zeki ve yetenekli bir çocuk olarak anılan Edmond, gerçekten de bu yeteneği ve zekası sayesinde akademik olarak iyi bir dereceye dek ilerlemiş ve daha yirmi iki yaşındayken matematik doktorasını yapmıştı. Hayat, o ve ailesi için iyiye giderken o sıralar üniversitede tanıştığı bir kıza aşık olmuş ve hayatını değiştiren her şey de o zaman başlamıştı.

  

Aşık olduğu bu kız, zeki, kurnaz ve onun gibi olmasa da kendi açısından yetenekliydi. Edmond’ın aksine diğer insanlarla fazlasıyla iyi anlaşır, duygusal olarak insanları rahatlatıcı bir etki yaratırdı gittiği her yerde. Edmond ile tesadüf eseri tanışmış, onunla ilk konuşmalarında birbirlerine bayağı bağlanmışlardı. Edmond, o dönemlerde sevgilisi Laura’nın ona bakmış dahi olmasını büyük bir şans olarak görürdü. Şimdi o zamanlara geri dönüp baktığında, Laura’yı koruyamamasının tamamen onun hatası olduğunu anlayabiliyordu. Etrafındaki insanlara gereğinden fazla güvenmiş, onların ona ve Laura’ya zarar vermeyeceğini düşünmüştü. Edmond, bu düşüncesinin bedelini çok ağır bir şekilde ödemişti.

  

Olayın olduğu gün, Laura ile ilişkilerinin ikinci yıldönümüydü. Edmond bugün için normalde gitmedikleri lüks bir restoranda masa ayarlamış, Laura için ucunda ufak bir pırlanta olan gümüş bir kolye almıştı. Kolyeyi koyduğu hediye kutusu elinde, restorana gitmek üzere Laura’yı çalıştığı şirketin binasından almak için yola çıkmıştı. Yoldayken cep telefonu çaldı, onu arayan numaranın kime ait olduğu belli değildi. Edmond, içerisine birden yerleşen endişe ile telefona cevap verdi. Karşısındaki ses, Laura’nın bir iş arkadaşına aitti. Edmond bu iş arkadaşını tanıyordu, bu yüzden hemen ne olduğunu sordu. İş arkadaşı ona Laura’nın binanın tepesinden düştüğünü ve bu şekilde vefat ettiğini söyledi, sesi üzüntü ve korkudan titriyordu.

  

Edmond, o zamandan beri Laura’nın başına nasıl böyle bir şey gelebileceğini düşünerek aylar geçirmiş, sonrasında da onu kimin oradan atmış olabileceğine dair teoriler üretmeye başlamıştı. Şirketin işleyişi hakkında araştırdıkça, onu kimin öldürdüğüne dair sorularının cevabı bir kişiye çıkmaya başlamıştı: Şirketin patronu olan E. Dantes isimli kişiye. Bu normal görünüşlü yaşlı patron, nedeni bilinmez bir şekilde Laura’yı ofisine çağırmış ve oradan aşağı atıp öldürmüştü. Edmond bu patronun arkasına saklandığı bütün perdeleri birer birer döküp atmış ve seneler içerisinde ona rakip olarak yükselmişti. Bir gün, bu yaşlı adam onun evine gelip karşısına çıkmış ve Edmond o anda onun hakkındaki en büyük gerçeği öğrenmişti.

 

Bu adam, onun ta kendisiydi. Her nasıl olduysa, onun yaşlılığıydı intikam almak istediği adam. Yıllar boyunca ondan intikam almak için verdiği mücadele, şimdi bu adamın kendisini bu depoya getirmesi ve özgür bırakıp eline silah vererek konuşmasına kadar gelmişti. O bunları düşünürken, yaşlı Edmond konuşmaya devam ediyordu. “Senin gibi ben de Laura’mı öldüren pisliğin peşine düştüm, ben de senin gibi onun kendim olduğunu keşfettim. Fakat o zaman yaşlı halimin bana anlattıklarını dinlemedim bile, bu hatayı senin de yapacağını bildiğim halde sana anlatacağım bilmen gereken her şeyi.” Genç Edmond ona ne dediğini anlamaz halde bakarken yaşlı Edmond konuşmaya devam etti:

 

“Bizi bu intikam döngüsüne sokanın Laura olduğunu söylemişti bana, fakat o söylediği zaman buna inanmamıştım. Daha sonrasında, yıllar geçtikçe ve zenginleştikçe elim daha fazla yere uzanmaya, gözüm daha uzakları daha net görmeye başladı diyebilirim Edmond. Laura bizi bu döngüye sokmak için Zamansal İşler Başkanlığı isimli bir kurum tarafından görevlendirilmiş bir ajan.”

 

Genç Edmond’ın gözleri şaşkınlıktan açılmıştı. Bu herif Laura’sını öldürmüştü, şimdi kendisine onun hakkında böyle şeyler deme haddini nereden bulabiliyordu? Bu düşüncenin onu kızdırması gerekiyordu fakat içinde bir damla öfke dahi yoktu, çünkü bir yandan da içinde bu adamın, kendisinin yaşlılığı olduğunu bildiği bu adamın, kendisinin de sevmiş olduğunu anladığı bir kadın hakkında neden bunları diyebileceğini merak eden bir ses vardı şimdi. Yaşlı Edmond, genç halinin gözlerindeki bu şaşkınlık ve merakı gördüğünde kendisi de şaşırmıştı. Eğer o, kendisinin gençliğinde yaptığını yapsaydı, şu anda kızgınlıkla silahı çekip onu vururdu ama vurmuyordu. Yaşlı Edmond, sözlerine dikkat etmesi gerektiğinin farkında olarak konuşmaya devam etti:

 

“Zamansal İşler Başkanlığı, içerisinde bulunduğumuz zamanı normal akışında tutmakla görevli olan kurum. Zaman, bu kurumun belirlediği akışa her zaman uymayabiliyor maalesef, bazen bir kişi paradoks halinde yaşayabiliyor. Biz, bu şekilde paradoks halinde yaşayan kişilerden yalnızca biriyiz. Kurum, bizim gibi paradoks halindeki kişileri kontrol altında tutmak için onları döngüye sokar. Döngü, bu kişinin gençlik halinin yaşlılık halini genelde on ya da on iki defa öldürmesi ile kapanır. Sen, bu döngüdeki on birinci genç Edmond Dantes’sin. Beni burada öldürürsen, benim yaşadıklarımı yaşayacak, benim öğrendiklerimi öğrenecek, benim çektiğim acıları çekecek ve benim gibi sonsuza dek öldürüleceksin. Laura’nın bu döngüyü sağlamak için gönderilmiş bir ajan olduğunu öğrendiğim gün onu şirketime aldım. Bu ajanların nasıl öldürülebileceğini, nasıl gerçekten öldürülebileceğini araştırdım. Fakat şunu da söylemeliyim ki, istediğim şey onu öldürmek değil, yalnızca senden uzaklaştırmaktı. Eğer işler istediğim gibi gitseydi, senden ayrılacaktı. Olmadı, onunla konuşmak için ofisime çağırdığımda benim onu durdurmama fırsat dahi vermeden kendini pencereden aşağı attı.”

  

Yaşlı Edmond bunları söylerken en uzakta, elinde bir dizüstü bilgisayar ile duran adamına gelmesi için işaret etti. Adam bunun üzerine onların yanına geldi ve bilgisayarı açıp genç Edmond’a döndürdü ve bilgisayarın ekranında duran kamera kaydı videosunu oynattı. Videonun sağ alt köşesindeki tarih ve saat, gerçekten de Laura’nın öldüğü tarih ve saatti. Genç Edmond şaşkınlık içerisinde videoyu izlemeye başladı. Gerçekten de yaşlı Edmond’ın dediği gibi, Laura içeri girmiş, açık olan pencereye koşmuş ve yaşlı Edmond’ın onu tutmasına fırsat vermeyecek bir hızda aşağı atmıştı kendisini.

  

“Demek öyle.” dedi genç Edmond. Silahı hala elinde tutuyordu, hatta daha sıkı tutuyordu şimdi silahını. Kendisine bakan herkesi teker teker süzdü, sonra da silahı kafasına dayadı. Bunun üzerine yaşlı Edmond’ın adamları silahlarını yaşlı Edmond’a doğrulttular. Yaşlı Edmond hiçbir şey anlamamıştı, “Ne oluyor?” diye sordu kekeleyerek. Genç Edmond gülümsedi ve “Demek ki, bahsettiğin zaman kurumu denen şey sadece bir ajan salmamış üstümüze.” dedi gülümsemesini koruyarak, “Baktılar ki ben seni öldürmeyeceğim, onlar ben kendimi öldürmeden seni öldürmek için harekete geçmeye karar verdiler.”

  

Genç Edmond bunları söylerken dikkatli adımlarla yaşlı Edmond’a yaklaştı ve boşta kalan eliyle onun elini tuttu. “Bu döngüyü kapatmanın yalnızca bir yolu var.” dedi ve adamların yaşlı Edmond’ı kurşun yağmuruna tutmasından yalnızca yarım saniye önce kendi kafasına sıktı.  

Adamlardan biri genç Edmond’ı kontrol edip öldüğünü doğruladıktan sonra cebinden garip görünüşlü bir telefon çıkardı ve bir numaraya basıp “Vaka 4999 döngüyü tersine kırdı.” dedi, “İntikam üzerinden döngü kurulamayacağını doğrulamış olduk böylece, sınıf savaşı üzerinden denemeye başlamalıyız artık.” 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayaller ve Fanteziler Üzerine

Vessel.

başarabilirim.